1 Şubat 2016 Pazartesi

DEĞERİNİ BİLEMEDİKLERİMİZ

Türkiye toprakları binlerce yılın ağır yükünü ve mirasını sırtında taşımakta ve gelecek nesillere görkemli değerler sunmaktadır.Bunların bir kısmı doğal koşulların sunduğu güzellikler bir kısmı ise bu coğrafyada yaşayan insan ve toplulukların hayatlarından damıtılan özdür.
Ancak doğal ve beşeri olaylar bu değerlerin oluşumuna nasıl katkı sağladıysa  bir o kadar da zarar vermiş ve vermeye devam etmektedir.Bu olumsuzluklar,geliştirilen çeşitli restorasyon ve koruma teknikleri sayesinde minimize edilmekte ve belli ölçülerde başarılı da olunmaktadır.Ama turizme 1980 li yıllardan bu yana önem vermeye başlayan Türkiye'de tüm değerlere ulaşmak zor olup ciddi bir bütçe ve zaman gerektirmektedir.Bu nedenle Türkiye'nin bir çok yerinde sit alanlarında olumsuzluklar göze çarpmaktadır.

(Sivas-Divriği Ulu Camii Ve Darüşşifası'nda eserlerin üzerine kazınan çeşitli isimler)

Bu olumsuzluklara örnek vermek gerekirse;Çatalhöyük'e (UNESCO - kalıcı listede) Çumra ilçe merkezinden ulaşımın olmaması,Çanakkale  sınırları içinde bulunan Alexandria Troas'ın yıllardır terkedilmiş halde olması,doğal bir set gölü olan Uzungöl'ün etrafına duvar örülüp asfalt dökülerek tüm güzelliğinin yok edilmesi,hala öylemi bilmiyorum ama yakın zamana kadar Assos'ta hayvanların otlatılması,ekoturizm açısından önemli bir bölge olan Karadeniz'de çok sayıda HES'in inşaa edilmesi....şeklinde birkaç tanesi sıralanabilir.

Bu toprakların doğal ve kültürel sit alanlarına sahip çıkmak, ilgili bakanlıkların,yerel yönetimlerin,STK ların ve bireysel olarak tüm vatandaşların ortak görevidir !!!!


(Alanya-Damlataş Mağarası'nda tahrip edilen sarkıt ve dikitler)

Bu paylaşımın  sebebi ise Türkiye'deki kültürel miras potansiyelinin yüksek olması,diğer yandan bunlara verilen zararın ya da verilmeyen önemin bir o kadar büyük olmasıdır.


(Bergama'da Zeus Sunağı'nın yerinde yeller esiyor)


Türkiye'deki potansiyelin yüksek oluşunun en önemli göstergelerinden biri de UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde yer alan 15(kalıcı) + 60(geçici)= 75 doğal-arkeolojik-kültürel değerdir (2016 Şubat).

Bu kültürel-arkeolojik ve doğal sit alanlarının maalesef Türkiye'nin her yerinde aynı değeri görmediği de bir başka üzücü gerçektir.

(Delik deşik edilen ikonalar )


Ayrıca kurumlar arasında da bu anlamda farklılıkların bulunduğunu da söyleyebilirim.Sözgelimi Kültür Ve Turizm Bakanlığı'nın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne sokmak için çaba sarfettiği bir değer , bulunduğu ilçenin yerel yönetimi tarafından kaderine terk edilebiliyor.Ya da  yöre insanının değer verip sahip çıktığı bir bölgede yol,inşaat ya da maden ocağı açılabiliyor.Maalesef benzer örnekleri çoğaltmak mümkün...


(Yine Karadeniz'den bir örnek;dere yatağında şantiye...)


(Fethiye-Saklıkent Kanyon'unun doğal güzelliği ile yetinmeyip kendince katkı sağlayanlar...)



(Karadeniz'de güzel ! bir HES )


Bir başka sorun da restore etmeye , güzelleştirmeye ya da koruma altına almaya çalışırken yapılan yanlışlardır.Ehil olmayan ellerin yetki ve becerilerini aşarak yapmaya çalıştıkları düzenlemeler maalesef fayda sağlamaktan çok geri dönüşü mümkün olmayan tahribatlar yaratmaktadır,üstelik yapılan onca harcama da boşa gitmektedir.

Diğer yandan olumlu gelişmeler de yok değil, örneğin; sayıları artan cittaslowlar,Bozcaada'da korunan üzüm bağları,UNESCO Dünya mirası listesine dahil olan yerlerin sayısındaki artış,Doğu Karadeniz'de ev-aile pansiyonculuğunun gelişmesi bunlardan sadece birkaçı ancak başta da belirtildiği üzere yazının temel amacı olumsuzluklara dikkat çekmektir.

GÜRHAN CANDAN

5 Ocak 2016 Salı

Nebatiler'in Gül Rengi Mirası -PETRA


Ortadoğu'nun mistik havasını solumaya devam ediyoruz.
Yol arkadaşım bu kez Ali Rıza.Şam'dan çıktığımız yolculukta iki yol arkadaşı daha edindik.Ankaralı iki kuzen olan Tankut ve Semih....

    Yaklaşık 5 saat süren yolculukta en çok Suriye-Ürdün sınır kapısında vakit kaybettik.Sorunsuz bir yolculuktu diyebilirim ama çok konforlu olduğu da söylenemez.Amman'a vardığımızda Tankut ve Semih ile küçük bir gezi ortaklığı kurduk;şoförüyle birlikte bir panelvan araç kiraladık.Lut Göl'ü,Petra Antik Kent'i ve Wadi Rum Çöl'ünü kapsayan bir rota çizdik.

   (Kuraklık nedeniyle bitki örtüsünden son derece yoksun bir coğrafyanın içindeyiz...)

 Yüzölçümü küçük ,çöllerle kaplı, krallıkla yönetilen bir ülke burası.Sınırlarına dahil olduğunuzda yöneticilerinin portrelerini su depoları dahil birçok yerde görebileceğiniz bir Ortadoğu ülkesi olan Ürdün, turizme yatırım yapmış.Ayrıca nüfusunun büyük kısmı geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan ,kendine yetemediği için de dış yardımlara muhtaç olan bir ülke burası aynı zamanda.

   (Kral Abdullah manzaralı bir yol üstü kebapçısı...)


Rivayete göre sınırlarının belirlenmesinde "Churchill'in hıçkırığı" etkili olmuş....



    İzini sürdüğümüz kavim Nebatiler ve onların başkentleri Petra.


    Büyük Rift Vadisi içinde yer alan bir çöküntü kuşağı burası.Bu çöküntü kuşağının içinde neler var neler:Kızıldeniz,Petra,Lut Gölü,Amik Ovası ...Orta Afrika'nın doğusundan, Türkiye'de Doğu Anadolu Bölgesi'ne kadar uzanan bu jeolojik oluşum bazıları tarafından Dünya'nın en büyük fay hattı olarak nitelendirilir.Hal böyle olunca Petra'nın depremler sonucu büyük yaralar aldığı bilgisini anlamak çok da zor olmuyor.
     Nebatiler M.Ö. 400 ile M.S. 106 yılları arası hüküm sürmüş,ticaret sayesinde zenginleşmiş putperest bir kavim.Çeşitli kaynaklara göre Uzakdoğu'dan baharat,tütsü ve esans gibi çeşitli mallar getirip satmışlar ve bu sayede varlıklarını perçinlemişler.Ticaret yaptıkları en önemli uygarlıklar ise Romalılar ve Persler olmuş.

   İşte bu kavmin başkentliğini görkemli Petra yapmış.Fakat zaman içinde gerek ekonomik koşulların kötüleşmesi gerekse burayı vuran büyük deprem Petra'nın gözden düşmesine hatta unutulmasına neden olmuş,ta ki 19.yy da yeniden keşfedilene kadar...


   Gül rengi kumtaşlarına oyulduğu için "Rose City" de denen Petra 1985 yılında UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ne girmiş,2007 yılında ise yeniden seçilen Dünya'nın Yedi Harikası'ndan biri olarak kabul görmüştür.

   (Kum taneciklerinin çarparak adeta kemirdiği kayalar görülmeye değer)


    (Pastel boyalarla yapılmış bir tabloyu andıran devasa kayalar sabırla işlenmiş)









Birkaç Adımda Petra:

• The Siq:
   Yaklaşık 1 km lik kanyon şeklinde   uzanan bir geçit.Uzunca ve sabırsızlıkla devam eden bir yürüyüşten sonra sona erip karşınıza tüm heybetiyle El Hazne dikeliveriyor.

   (Kanyon boyunca yürümek istemeyenler için egzotik bir alternatif...)





   (Kanyon yürüyüşü sona erdiğinde sizi karşılayan sürpriz...El Hazne ve Petra karşınızda...)


   (Siq boyunca kente su taşıyan kanallar hayret ve hayranlık uyandırıyor...)


•El Hazne:
   Burası Petra'yı Petra yapan,kayalara oyulmuş muhteşem bir yapı olup altında kral mezarları olduğu keşfedilmiştir.Yaklaşık 40 metre yüksekliğe ulaşan yapı,insanın elini deklanşöre götürüyor.










•Amfitiyatro:
   Roma dönemine ait bu yapı Petra'nın en görkemli alanlarından birini oluşturuyor.Daha önce birçok yerde gördüğüm kireçtaşlarına nakşedilmiş yada kesme taşlardan yapılmış Antik Yunan ya da Roma amfitiyatrolarından farkı,güneşin düşme açısına bağlı olarak adeta dans eden pembenin tonlarındaki değişim ve sunduğu harika görseldir.





•Kral Mezarları:
   Yine Roma dönemine ait olduğu kaşfedilen bu yapılar Petra'nın en görkemli ziyaret noktalarından birini oluşturuyor.

   (Roma Yolu'ndan Kral Mezarları'na bakış...)




•Roma Yolu:
  Etrafında satıcıların dizildiği bir tür çarşı ya da arasta olarak düşünülebilir...



•Qasr Al-Bint:
   Petra'nın en önemli tapınağıdır.













•El-Deir Manastırı:
   Petra'nın en büyük yapısıdır...

   




Önerilerim;

* Giysi seçiminde rahat ve bol olanları tercih edin ve yanınızda şapka bulundurun !

* Kameranız için gerekli aksesuar ve yedeklerinizi yanınızda bulundurun zira sıklıkla deklanşöre basmak durumunda kalacağınızı garanti ederim.

* Yanınızdan suyu eksik etmeyin !


Dikkat !!!

* Kuvvetli esen rüzgarlarda kum zerreleri nefes almanızı zorlaştırabilir .Başınızı t-shirtlerinizin içine sokmak zorunda kalabilirsiniz !

* Giriş ücretleri 70 $ civarında bilginize !

* Yakın çevrede çok sayıda otel mevcut olup fiyatları geceliği kişi başı 15 $ ila 150 $ arasında değişiyor.


   (Zamanla turizme entegre olmuş müşteri bekleyen bedeviler...)


   (Çevrede bulduğu kumtaşı parçalarını gelen turistlere satarak para kazanmaya çalışan küçük bir yerli çocuk...)


Savaş ve kanın durduğu insanların barış ve hoşgörü içinde yaşadığı bir Ortadoğu'yu görmek dileği ile...

   GÜRHAN CANDAN

6 Kasım 2015 Cuma

Doğu'nun Güzel Kenti Kars

Ermenistan'a sınır komşusu olan yüksek ve soğuk şehir...

Kaşar peyniri,kazları,balı ve bu coğrafyada görmeye alışık olmadığımız evleriyle aklımızda yer eden uzak diyar.
Kars,öyle geçerken uğrayabileceğiniz bir yer değil,"yolumun üzerindeydi durup bir bakayım" diyebileceğiniz bir yer hiç değil...



    1800 lü yılların sonunda Rus egemenliğine giren yörede o döneme ait kesme taştan yapılmış çok sayıda ev bulunuyor ve şehre farklı bir hava katıyor.Okuduğum kaynaklardan edindiğim bilgilere göre Baltık kültürüne ait mimarinin izleriymiş.Bizlere Ruslardan miras kalmış yani.Bu yapıların arasında dolaşırken geçmiş zamanı yaşıyorsunuz sanki.Kars'ta dolaşmaya devam edelim;doğuda Kars Kalesi'ni görüyorsunuz,bir zamanlar bitişiğindeki tepelerde "İnsanlık Anıtı" yükseliyordu."Ucube" olduğu gerekçesiyle yıktırıldı 2011 yılında.



Kentin içinden Kars Çayı geçiyor ve Aras'a kavuşmak için var gücüyle ilerliyor.

   (Kars Çayı ve arka planda Kars Kalesi)


Şehrin daha düne kadar Anadoluyla ulaşımını sağlayan bağ, demiryolu idi,günümüzdeyse karayolları ve araçlarının gelişmesi dahası havalimanı yapılması buraya ulaşımı kolaylaştırmış.Şimdilerde demiryolunun  Orta Asya'ya bağlanması için yeni projeler gündemde.Bakalım Kars'a etkisi nasıl olacak hep beraber göreceğiz.Diğer yandan Ermenistan sınır kapısının kapalı olması da Kars'ın çevresi ile olan ulaşımını sınırlandırıyor.Yukarıda sözünü ettiğim bağlantılar gelişirse kentin sosyo-ekonomik durumunda da kuşkusuz önemli değişiklikler yaşanacaktır.Günümüzde Kars nüfusunun yaklaşık % 75 i tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor ve ekili dikili alanların yaklaşık %90 ı  tahıllara ayrılmış durumda.Sanki bu tablo farklı yöne doğru evrilecekmiş gibi geliyor.
      Kafkas ırkı arıların ürettiği ballar ve büyükbaş hayvancılığın gelişmiş olması nedeniyle mandıracılık, yöre insanının en önemli geçim kaynakları arasında yer alıyor, öyle ki Türkiye'nin dört bir yanına bal, Kars Kaşarı ve Gravyer peyniri satışı yapılıyor.




 




Her iki üründe de iddialı olduklarını söyleyebilirim...!

Kars'ın bir başka önemli geçim kaynağı da kaz yetiştiriciliğidir.İş olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle önem kazanan kaz yetiştiriciliği zaman içinde bir aile geleneğine dönüşmüş.


Kazların kesilmesi sonbahar mevsiminde gerçekleşir ve buna yöresel olarak "kırma" denir.Kırılan kazlar güneşte kurutulmak ya da derin dondurucuda dondurulmak suretiyle saklanır.
       Türkiye'deki kaz varlığının yaklaşık % 30 u Kars - Ardahan Yöresi'nde bulunuyor ve son yıllarda sadece eti ile değil tüyü ile de rağbet görüyor.



        Volkanik bir plato olan yörede seyahat ederken arazinin erozyona uğraması sonucunda oluşan ilginç şekiller  bana Kapadokya'yı anımsattı...





(Aras Nehri yörenin önemli akarsularından olup Kars - Erzurum hattında bir süre yolculuğunuza eşlik ediyor)

Yol yapım çalışmalarının olduğu kesimlerde volkan camı da denilen obsidyen kayaları güzel görseller oluşturdu.



   (Hayvanları için ot biçerek aile bütçesine katkı sağlayan Karslı bir 
delikanlı)

     Gelelim gezilerimin vazgeçilmez ayrıntısına !!! Elbette yörenin yemeklerinden bahsediyorum.Kaz eti,metal bir tasta pişirilen piti,dağlarda beslenen sığırların etlerinden yapılmış döneri fevkalade lezzetli.Ayrıca ekşili et,erişte aşı,nezik,katmer,kete,kesme çorba,feselli,haşıl,hangel,hörre gibi un,baklagil ve et ağırlıklı yemekler buraya gelenler için alternatif lezzetler.Görüldüğü üzere yörenin doğal koşulları,başka bir ifade ile ekonomik etkinlikler ve yörenin kendine has varlıkları mutfak kültürünün şekillenmesinde önemli rol oynamış.Bu yiyecekler içinde benim favorimin "piti" olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.


     (Piti.....)


 (Yemeğin suyuna doğranmış lavaş ekmeği, piti ve Kars yaylalarında beslenen sığırların etlerinden yapılmış döner...)


Tiflis - Posof hattı üzerinden geldiğim Kars'tan ayrılmadan önce yörenin hoşgörülü ve saygılı insanları hakkında şunları söylemek isterim:Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi burada da zaman içinde halklar birbirine karışmış, birbirlerinden etkilenmiş ama hepsi geldikleri kültürden bir şeyler katmış.Yukarıda da belirttiğim gibi bunların içinde en beğendiğim hoşgörü oldu diyebilirim.Umarım yanılmıyorumdur...

Bir gün bir şekilde Kars'a giderseniz yaklaşık 50 km ötede Ermenistan sınırı kıyısındaki "Kırk Kapılı Şehir"i  yani Ani Harabeleri'ni,kent merkezindeki Havariler Kilisesi'ni,Büyük Katedral'i,Gazi Ahmet Paşa Konağı'nı,Beylerbeyi Sarayı'nı gezmenizi öneririm.

   (Havariler Kilisesi ya da Diğer adıyla Kümbet Camii)

Ayrıca Sarıkamış ilçesindeki kayak merkezi kayakseverler için alternatif bir rota olabilir.Sarıkamış'taki kar kalitesinin kayak için oldukça ideal olduğunu duymuştum.





Unutmadan,Sarıkamış'ta Katherina Av Köşkü'nün ziyaret edilebileceğini de belirteyim.

                    GÜRHAN CANDAN